BAŞARISIZLIKLARI ELE ALMA YAKLAŞIMIMIZ GELECEĞİMİZİ ŞEKİLLENDİRİYOR!

TÜBİTAK GİRİŞİMCİLİK DESTEK GRUBU YÖNETİM KURULU ÜYESİ DR. HÜSEYİN GÜLER
Dr. HÜSEYİN GÜLER
TÜBİTAK Girişimcilik Destek Grubu
Yönetim Kurulu Üyesi

Kurumsal hayatta inovasyon yapılabilir mi, diye soranlar varsa, Spencer Silver ve Arthur Fry’ı yakından tanımasını öneririm. İkisi de ABD’nin sıradan üniversitelerinden mezun. 80’li yılların silo bazlı ortamlarını düşünün. Farklı departmanlarda çalışırken biri buluşu yapıyor, diğeri ise ihtiyacı görüyor. Şirketin çalışanlar için organize ettiği golf kursunda başlayan tanışıklık iş birliğine dönüşüyor ve ofis hayatımızın en önemli inovasyonlarından biri 3M’in post-it’i doğuyor. Hikâyede her şey öyle sütliman değil tabii. Buluş ortaya çıkar çıkmaz herkes havalara uçmuyor. Esasında bu yanlışlıkla yapılan bir buluş. Spencer, 1968’de uçak yapımında kullanılabilecek kadar güçlü bir yapıştırıcı geliştirmeye odaklandı, fakat bu girişim sırasında istediği hedefe ulaşamasa da tamamen farklı bir şey icat etti: Yüzeylere yapışan, ancak kolayca soyulabilen ve yeniden kullanılabilen bir yapıştırıcı. Spencer Silver’in buluşu dört seneden fazla rafta beklemek zorunda kaldı. Ta ki, Arthur Fry kilise korosunda şarkıları işaretlemek için kitabının arasına koyduğu kâğıtların çok işe yaramadığını, sık sık düştüğünü fark edene kadar.

Hikâyenin devamı da var. Merak edenler internette farklı kaynaklardan bulabilir. Önce Press’n Peel adıyla denenen ürünün ulusal lansmanı 1980’de gerçekleşiyor. Zira doğru yapıştırıcıyı bulmak için çalışmalar altı yıl sürüyor. Bu noktada 90’lı yıllarda Alan Amron ile başlayan bir dava süreci var. Es geçilmemesi gereken bir olay, ki bana göre inovasyonun hiç de lineer bir süreç olmadığına dair önemli doneler barındırıyor. Doğal olarak inovasyon yönetiminin ne kadar zor olduğunu da gözler önüne seriyor. Konu uzayabilir… Bu yazıdaki amacım hikâyeyi anlatmaktan çok başarısızlıklarımızdan beslenme biçimimize vurgu yapmak. Spencer Silver, başarısız olan uçaklar için yapıştırıcı geliştirme projesinin üstünü örtebilirdi, birilerine küsebilirdi, birilerini suçlayabilirdi, kendini de suçlayabilirdi. Ama öyle yapmadı, bu deneyimi şirket içinde anlatmayı kendine misyon edindi. Bu girişimi Arthur Fry ile yolunu kesiştirdi. Post-it’in fikirden inovasyona ve global bir ticari başarı hikâyesine giden yolculuğunda okuduklarımdan şu notları çıkardım:

1) Şirket 60’lı yılların koşullarında uçak yapımı için yapıştırıcı geliştirmek gibi iddialı, riskli ve birçok belirsizlik barındıran bir proje başlatabiliyor.

İnovasyon bir Voltran işi ve asla tek bir olaydan ibaret değil. Birbirini takip eden ardıl ve tamamlayıcı çalışmalara ihtiyacımız var.

2) Proje başarısız olsa dahi, yürütücüsü çıktılarda derinleşmeye devam ediyor. Bulunduğu ekosistem, deneyimini anlatmasına yönelik ortam sağlıyor.

3) Patentlenen teknoloji uzun süre kimsenin ilgisini çekmese de, şirket içinde organize edilen sosyalleşme amaçlı bir kurs, bir buluşu inovasyona taşıyabilecek iki kişinin yollarının ve fikirlerinin gelişmesine olanak sağlıyor.

4) Buluşu inovasyona dönüştürecek olan kişi, sahadaki ihtiyacı şirket ortamında değil de, bir hobi olarak devam ettiği kilise korosunda şarkı söylerken fark ediyor ve Spencer’in buluşuyla bağ kuruyor.

5) Fikirden uygulamaya kadar geçen süreç 10 yıl sürüyor. Anlaşılan son altı yılda farklı yapıştırıcılar deneniyor. İnovasyon yaygınlaşınca hak iddia edenler çıkıyor. Böylece inovasyonun Ar-Ge’den ibaret olmadığını ve bütünsel ele alınması gerektiğini, buluş yapmakla Ar-Ge ile inovasyon sürecinin tamamlanmadığını anlıyoruz.

6) Bu inovasyonda hak iddia edenlerin çıkması, mahkeme kararları ve yaşananlar inovasyon sahipliğinin şirket duvarları ile sınırlı kalmasının zorluğunu da ortaya koyuyor. İnovasyon sürecinin belirsizliği içinde farklı yöntemlerin, farklı formüllerin denenmesi işin doğal bir parçası zaten. Bir şeyi söylemiş olmak ya da bir öneri getirmek başarıyı garanti etmiyor, ancak kümülatif bilginin pratikle akış halinde şekillendiği bir ortamda bu girdiler de doğal yerini alıyor. Zamana karşı yarışılan bu koşullarda gri noktalardan arınmak zorlaşıyor. Özetle inovasyon bir Voltran işi ve asla tek bir olaydan ibaret değil. Birbirini takip eden ardıl ve tamamlayıcı çalışmalara ihtiyacımız var. Tabii ki belirsizlikleri kucaklayacak tutku, disiplin ve merakla! İş yaygınlaşma aşamasına gelince buna ticari zekâyı da eklemek gerekiyor. Ve bir de doğal sabitimiz var, o da ekosistem yönetimi.